Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, son günlerin en çok konuşulan Netflix orijinal yapımı Bir Başkadır dizisini yorumladı. Karaca, “Bir başkadır: Hep kavga etmek ama hiç ayrılmamak özlemi” başlıklı yazısında dizinin alışılagelmiş yapımlardan çok farklı örgüsüne dikkat çekti.
“Elbette ‘Bir başkadır’, ‘total’e hitap ettikçe para basmış, para bastıkça üçüncü sınıf pavyonlara benzemiş sıradan Türk dizilerine nal toplatıyor.” yorumunda bulunan Karaca, dizinin yönetmeni Berkun Oya için övgü dolu ifadeler kullandı. Karaca, Berkun Oya’nın her karakterine ayrı bir şefkat gösterdiğini yazdı.
İşte Nihal Bengisu Karaca’nın dikkat çeken o yazısı:
Herkesin dilinde o var. Bir dizi film etrafında örüntülenmiş duygu seli, dizinin kendisi kadar ciddi bir fenomen olma yolunda.
O kadar sıradan yapımlar izliyor, kalitesi ve standardı her bakımdan o kadar düşmüş bir ülkede yaşıyoruz ki, bir yapım iletişim beceriksizliğimize ayna tutabildi, hep kavga etme ama hiç bölünmeme özlemimize tercüman olabildi diye katharsis yaşıyoruz.
Elbette “Bir başkadır”, ‘total’e hitap ettikçe para basmış, para bastıkça üçüncü sınıf pavyonlara benzemiş sıradan Türk dizilerine nal toplatıyor.
Dillerden düşmüyor, çünkü karakterlerini izleyici üzerinden iç hesaplaşmaya davet eden bir yapım. Gücünü yaşayan, nefes alan ‘gerçek’ profillerin arasında, onlara hayatı dar eden sıkışmışlıklar arasındaki karşılaşmalardan alıyor. Bu karşılaşmalarda ya acemi davrandığımız ya samimi olamadığımız için elimize yüzümüze bulaştırdığımız hesaplaşma ve kucaklaşmaları, şimdi bizim yerimize yapan karakterlere adeta minnet duyuyoruz.
Her karakterine ayrı ayrı şefkat gösteriyor Berkun Oya.
Diziyi yapmaya iten motivasyonun sağlam referanslara yaslandığı hissini veren bu duygu, bölümler ilerledikçe bir repertuar oluşturuyor. Bir bölümde kızdığınız, “Aman ne derinliksiz, ne kötü” dediğiniz bir karaktere sonraki bölümde sarılmak isteyebiliyorsunuz, ki bu, başarıdır.
Berkun Oya uzun zamandan beri düşündüğüm, kafamda inceleyip tartıştığım şeyi yapıyor. Ülkenin tek bir kimlikle problemi yok, her kimlikle ayrı ayrı problemi var ve mesele o çok eski “Birileri bu kimlikleri bizi bölmek için kullanıyor” teranesinden daha derin. Bizi bölebiliyorlar çünkü “Aman bölecekler” korkusuyla farklılıklarımızı masaya yatıramıyoruz. Biz kimiz bilgisi uzaklaştıkça, geride sadece önyargılar ve vehmelerden ibaret bir nahoşluk kalıyor. Ki o vakit de, bölünmek için azıcık ittirmek yetiyor.
İZLEYİCİYİ TERAPİYE ALMAK
Peri ve Meryem ilişkisi, ele alınması gecikmiş bir fay hattı olmasına rağmen, sonuç veriyor. Hatta adeta terapi gibi geliyor.
Kibarca başı örtülü kadın ile başı açık kadın arasındaki gerilim gibi görünse de bu artık daha fazlası. Her iki lafının başı “Yallah Arabistan’a!” olan Kemalist kesimin sakatlanmış bilinçdışı ile “Kimlerrr kimlerle beraber!” cümlesini duyup itiraz etmediği anda, oturduğu kalktığı kişiler üzerinden sigaya çekilmeyi borçlanmış olan partili biatçılar arasındaki gerilim bu. Berkun Oya, hiç oraya girmiyor ama, bir şekilde anlıyoruz.
Yönetmen “Hiç değilse tanışın” diyor. Ölmezsiniz.
Hep duyduğumuz ve üzerinden akıp geçtiğimiz, iyimser halimizin aynası olan o cümlecikte olduğu gibi: “Tanısanız sevebilirsiniz aslında” diyor sessizce.
İyimserliğimiz dışında da pek bir şeyimiz olmadığının da altını çizerek.
BİR VAROLUŞ BİÇİMİ OLARAK HORGÖRÜ
İyi haber: Dizide olduğu gibi gerçekte de, her kimlik birbirine bağlı. Kötü haber ise herkesin varlığını bir ‘kurucu öteki’ye bağladığı gerçeği.
Herkes birbirini hor görerek, varoluyor.
Eh, bu son derece kırılgan bir varoluş biçimi olduğu için de, kimse son kertede kendinden memnun değil.
Başörtülü Meryem’i hastası olarak bile tolere edemeyen ‘laikçi’, ‘kasıntı’ Peri, Meryem’i hor görüyor. Meryem’in hayat tarzını, görüşünü almadan iş yapmadıkları Ali Sadri Hoca’yı, ağabeyini, Sinan’a duyduğu platonik ilgiyi hor görüyor. Gelgelelim, kendi hayatından da memnun değil. Supervizor’ı olan diğer psikiyatrist Gülbin’e gözyaşları eşliğinde açılıp döküldüğü sahne özgünlüğü itibariyle bir ilk. Beyazperdede de beyazcamda da daha önce böyle bir Kemalist katharsisi yaşandığını hatırlamıyorum.
Seküler bir hayat tarzı olmakla beraber ailesinde başörtülü kadınlar bulunan ve “Kürt meselesi” hakkında anlatacak hikayesi olduğunu anladığımız Gülbin, “Gizli faşist ve her şeyin farkında. En kötüsü de budur, bilir ama faşist kalmaya devam eder” dediği Peri’yi hor görüyor. Aynı zamanda arada bir ‘takıldığı’ residence erkeği Sinan’ı. Gülbin de gerçek hayatta karşılaştığımız insanlardan, mağduriyete zımbalanmış bir kimlik taşımasına rağmen o da başkalarını hor görme işinde çok ‘iyi’. Geleneksel aile modeliyle çatışma yaşıyor, ama başörtülülere katlanamayan laiklere de katlanamıyor. Meryem’i Peri’den kurtarmak istiyor mesela, ama arkadaşları ağırlıklı olarak Peri gibi insanlar. Kardeşinin hastalığı ile annesinin gençken yediği tekme arasında bir bağlantı var ve o bağlantı Gülbin’in ablası Gülhan’ı da hor görmesine neden olmakta.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN